KURUMLAR
VERGİSİNDE GÖZDEN GEÇİRİLME İHTİYACI
Dr.
A. Bumin Doğrusöz
Dünya
Gazetesi 13.4.2021
Nisan ayı kurumlar için yıllık beyanname
dönemi. Bu nedenle ben de belli bir konu
yerine, Kanunun geneline bir bakış yapıp, daha başarılı bir uygulama için neler
yapılması gerektiğine değineyim dedim.
2006 yılında 5422 sayılı Kurumlar Vergisi
Kanununun yerini 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu aldı. O günden bu yana
yaklaşık 15 yıl geçti. Kanunun bir çok hükmü başarı ile yaşama aktarıldı. Ama
bazı hükümleri aynı başarıyı sağlayamadı. Bu başarıyı sağlayamama bazı
noktalarda idarenin anlayış ve tutumundan bazı noktalarda ise çelişkili
içtihatlardan kaynaklandı. Özellikle transfer fiyatlandırması veya örtülü
sermaye gibi bazı düzenlemeler ise şirketler dünyasında sıkıntılara yol açtı.
Pek çok temel Kanun, Ceza Kanunu, Ticaret
Kanunu veya İhale Kanunu gibi temel kanunlar, günümüze kadar pek çok değişiklik
geçirirken, onlara nazaran 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu - hükümetlerin
izlediği politikalara göre istisna düzenlemesi ekleyen değişiklikler bir kenara
bırakılırsa – çok az değişiklik geçirmiştir. Bu açıdan bakılırsa başarılı bir
Kanundur. Başarılı olmasını biraz da “ortak aklın” eseri olarak geniş katılımlı
bir komisyon çalışmasına dayalı şekilde Vergi Konseyi tarafından hazırlanmasına
borçludur. Bu çalışmaya, Tasarı üzerinde son söz sahibi olan Maliye Bakanlığı
pek az müdahale etmiş ve öylece Meclise sunulmuştur.
Ancak tabii ki, pandemi süreci, siyasal/ekonomik
politikalardaki gelişmeler, teknoloji dünyasındaki ilerlemeler ve bunları
yansıtan iş dünyası aktörlerindeki yapısal değişimler, Kurumlar Vergisi
Kanununun da gözden geçirilmesi gerekli kılmaktadır.
Kanunun en başarısız uygulama örnekleri ise
transfer fiyatlandırması düzenlemesi ile gerek transfer fiyatlandırması gerekse
örtülü sermaye düzenlemelerinin düzeltme hükümleri ile bu düzenlemelerin KDV’ye
yansıması alanında oluşmuştur. Kurumlar Vergisi Kanununda söz konusu
düzenlemelerin birer vergi güvenlik önlemi olduklarına dair bir nitelendirmeye
yer verilmemiş olması bu sorunları körüklemiştir. Öte yandan düzeltme hükümleri
sonucu elde ettiği gelir kâr payı olarak kabul edilen kurumların, bu geliri
elde ettiğinde kurumda ortaklık payının olmadığı hallerde iştirak kazancı
istisnası dışında kalmalarının yasal düzenlemeyle önüne geçilmesi
gerekmektedir.
Satış kazancı oluşmayan taşınmaz veya iştirak
hissesi satışlarında kurumlar, bu zararı tam olarak dikkate alamadıklarından
istisna yaptırım haline dönüşmüştür. Bu konudaki istisnanın ya yeniden
düzenlenmesi ya da istisnalar arasından çıkartılarak bir indirim haline
dönüştürülmesi gerekmektedir.
Daha önce sermayeye eklenmiş çeşitli iç
kaynakların sermayeden çekilmesi (sermaye azaltımı) hali idari anlayışta stopaj
kaynağı olarak yorumlanmakta ve pek çok ihtilaflı tarhiyata yol açılmaktadır.
Sermayeye eklemeyi izleyen belli makul süre sonucunda artık bu kaynakların
sermayeye dönüştüğünün kanun ile kabulü gerekmektedir. Buradaki belirsizlik ve
yoruma açıklık, hukuk güvenliğini zedeler niteliktedir.
Nakit sermaye artırımlarını teşvik amacıyla
getirilen faiz indirimi, sermaye avansları ve ortakların şirketten alacakları
konusunda yasal dayanağı olmayan idari anlayışla sınırlamış olup yeterli
başarıyı sağlayamamaktadır. Aynı şekilde sermaye avansına dayalı sermaye
artırımlarını yasal dayanak olmaksızın idari anlayışla sınırlanmış olması da
bir başka uygulama sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
İçinden çıkılması zor hesaplamalara dayalı ve
pek çok ihtilafın kaynağı indirimli kurumlar vergisi düzenlemesinden vaz
geçilerek eski “yatırım indirimi” müessesesi benzeri daha basit bir teşvik
sistemi oluşturulması gerekmektedir.
En önemlisi giderler konusunun gözden
geçirilmesi gerekmektedir. İdare tarafından zaman zaman tahdidi gibi görülen,
bazen de böyle yorumlamaya müsait giderler hükümleri ile günümüzde anlamını
yitirmiş veya her hangi bir ilkeye dayanmayan kanunen kabul edilmeyen gider hükümlerinin
gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuyu daha önce “giderlere” özgürlük
başlığı altında yazmıştım. İleride tekrar tekrar yazacağım.
Pek çok şirketin başvurduğu kısmi bölünme
müessesesinin de uygulamada sıkıntılara yol açtığı gözlemlenmektedir. Özelikle
şirketlerin peçeleme veya vergi planlaması iddiası ile karşı karşıya kalmasına
yol açan düzenlemelerin yeniden ele alınmasında fayda vardır.
Bunlar sadece öncelikle olarak karşımıza
çıkan konu başlıkları. Kanunun bütünüyle masaya yatırılması, 15 yıllık uygulama
sonuçlarının özelgeleri ve içtihatları ile değerlendirilmesi ve Kanunun zamanın
yıpratmasından korunması gerekmektedir. Bu sorunlara daha önce muhtelif
yazılarımda da değindim. Ama maalesef olmadı. Belki ekonomik reform paketi
kapsamında hazırlanacak bir Torba Kanun Tasarısında bu konulara da el
atılır.